Mısır’ın Kitab-ı Mukaddes’teki Yaradılış Hikayesi’ne Etkisi

Birçok farklı Mısır yaratılış miti, Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin konusundaki izahını etkilemiştir.

Kitab-ı Mukaddes’teki yaratılış hikayesi, çoğunlukla, diğer eski yaratılış mitleriyle karşılaştırılmaktadır. Babil’in yaratılış mitleri olan Enuma Eliş¹ ve Atrahasis² gibi, diğer eski izahların etkisi, genellikle, doğru olarak kabul edilmektedir. Mısır mitlerinin Kitab-ı Mukaddes hikâyesine etkisi ise, muhtemelen, daha az bilinmektedir.

Temel Mısır evrenbilimsel miti, kökenini, Heliopolis şehrinden almaktadır. Bu mit, yaratıcı tanrının, kendisini ve daha sonra, bir dizi safha ile, tüm evreni, nasıl, aşama aşama, yarattığını anlatmaktadır.

Heliopolis Miti

Kitab-ı Mukaddes’in tanınmış açılış satırı, Heliopolis mitinin üçüncü safhası ile başlamaktadır. Bu, Kitab-ı Mukaddes tanrısının, daha önce, var olması ve kendisini yaratmaya ihtiyacı olmaması nedeniyle mantıklıdır:

Başlangıçta, Tanrı, göğü ve yeri yarattı. (Tekvin 1:1)

Heliopolis mitinde, önce, Atum, kendisini yaratır ve daha sonra ise, boşluğun erkek ve dişi yönleri olan Shu ve Tefnut İkizlerini yaratır. Daha sonra, birlikteliklerinden, dünya tanrısı Geb ve gök tanrıçası Nut meydana gelir. Yerin ve göğün yaratılışı, ilkel suları, boşluktan ayırır. Sonradan, Atum, Güneş tanrısı Re olarak, “Taban Gözü” biçiminde ortaya çıkar. Böylece, ilk gün başlar.

Bu mitte, kendi kendini yaratmadan sonraki ilk olay, yaratıcı tanrı Atum’un, Tanrı Shu olarak beliren, boşluğu yaratmasıdır. Tekvin’de de, boşluk, yaratılışın ikinci adımı olarak, oluşur, ancak Heliopolis sırasının tersine çevrilmiş haliyle, yerin ve göğün yaratılışını takip eder.

Tekvin 1:6’da açıklanmakta olan, karanın sudan ve gökten ayrılması, boşluktaki yaratılışın ilk inşa edilen parçaları olan, Heliopolis’in ilkel sular kavramını andırmaktadır:

Ve Tanrı, şunu buyurdu: “Suların ortasında bir (gök) kubbe olsun ve suları, birbirinden ayırsın” (Tekvin 1:6)

Memfis Miti

Konuşarak yaratan Tanrı kavramı, tamamen, Memfis miti tarafından geliştirilmiştir ve Tekvin’de, Bab:1’deki Tanrı’nın yaratıcı gücünün temelidir. Her yerinde mevcut olan “Ve Tanrı, şöyle buyurdu:”, Tekvin’in ilk babını doldurmaktadır ve Tanrı’nın sözlü emri olmaksızın, çok az şey gerçekleşmektedir.

Memfis etkisinin diğer bir örneği, kurak bölgenin, suyun ortasında ortaya çıktığı, Tekvin 1:9’da görülmektedir:

Ve Tanrı: “Göğün altındaki sular, bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün”, diye buyurdu ve öyle oldu (Tekvin 1: 9).

Bu; yaratılışın; yaratılış sularından, ilkel toprak yığınının ortaya çıkmasıyla görülebileceği şeklindeki Memfis inancına, doğrudan benzemektedir.

Hermopolis Miti

Hermopolis’in etkisi, Tekvin 1:2’de açıktır.

Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu ve denizin yüzü karanlıktı. Tanrı’nın ruhu, suların üzerinde dalgalanıyordu (Tekvin 1: 2).

2. ayette, “boşluk”a, “karanlık”a, “deniz”e ve “sular”a değinilmesi ile; ( dört ana kuvveti, sel, sular, karanlık ve kaos olarak tanımlayan ) Hermepolis mitleri ve Tekvin kozmolojisi (evren bilimi) arasındaki eş zamanlılık, kolay biçimde ortaya konmaktadır. Bu yönlerden her birine, erkek ve dişi özellikleri verilmiştir ve birlikte, Hermopolis’in Ogdoad’ını ya da sekiz tanrısını oluşturmuşlardır. Burada, kaosun yerine, boşluğun kullanılması; eski Heliopolis kozmolojisindeki Shu’nun etkisi göz önüne alındığında, kolaylıkla anlaşılmaktadır.

İlginç bir dönüş halinde, “sel”in yerine, “deniz”in kullanılması, muhtemelen, Babil yaratılış mitinin, bilerek reddedilmesinden ve denizin, tanrıça Tiamat olarak kişileştirilmesinden dolayıdır. Kitab-ı Mukaddes yazarları, Tiamat’ın, aynı kökten gelen, kişiselleştirilmemiş şekli olan, “tehôm”u kullanmışlardır. Yine de, ana Ogdoad tasarımı olduğu gibi kalmıştır.

Amun ve Yehova

Amun’u yaratıcı tanrı olarak tanımlamış olan, Teb Kozmolojisi de, Tekvin yaratılış izahının önemli özelliklerini paylaşmaktadır. Her iki mitte de, yaratıcı, yaratılış açısından üstündür ve ondan, ayrı bir konumdadır. Bu, ilk yaratılış eylemi olarak, kendi kendisini yaratan bir tanrıyı kabul eden Heliopolis ve Memfis mitleri gibi, daha önceki modellere göre, önemli bir evrimdir.

Amun ve Tanrı arasındaki ilişki, “Efendi Tanrı” teriminin kullanılmasıyla başlayan Bab:2’de de açıktır. Bu durumda, Efendi, İbranicede, Tanrı sözcüğünün karşılığı olan “Yehova”dan dilimize gelmektedir. Amun’un “Gizli olan erkek kimse” unvanına zıt biçimde, Yehova, “var olan erkek kimse” olarak anlaşılabilir. Her iki isim de, sonsuza kadar, kendisine tapanların anlayışının ötesinde olan bir tanrıyı ifade etmektedir.

Aton

Aton dini, Mısır’da, kısa ömürlü (MÖ 1350-1330 dolayları) olmasına rağmen, Eski Ahit yazarlarını etkilemiş olabilir. Bu din, herhangi bir mitolojiyi, tamamen ortadan kaldırarak, görünmeyen ve tek tanrıyı, en üstte tutma fikrine dayanıyordu. Kitab-ı Mukaddes, sadece, insanların dünyasıyla bağlantısı koparılmış olan, gizli bir tanrı fikrinin, Atonculuk’un bitişinden çok sonra, varlığının sürdüğünü gösteren, bir kanıt örneğidir.

Ne kadar çeşit çeşittir, yaptığın şeyler!

(İnsanın) yüzünden saklıdır onlar (yaratılışın safhaları).

Ya! tek rabbim, benzerin yoktur hiç!

Biçimlendirdin dünyayı arzuna göre,

Yalnızken bile: Tüm insanları, sığırları ve vahşi canavarları,

Yerdeki her şeyi, serdin ayağına,

Ve yükseklere bile, kanatlı olanları.

(Aten’e Büyük İlahi)

Kitab-ı Mukaddes tanrısına verilen en yüksek güç, önceden yaratılmış ve yaratılıştan ayrı durmuş olan, sonradan, daha açık biçimde, Amun adını alan, Aten’e verilen gücü andırmaktadır. “Aten’e Büyük İlahi”de açıklandığı gibi, Aten, konuşmaya bile gerek duymaz ve sadece arzusuna göre, yaratılışı meydana getirir.

(¹): Enûma Eliš,( adını, açılış sözlerinden alan ) Babil’in yaratılış mitidir. Austen Henry Layard tarafından, 1849’da, Ninova’daki (Musul, Irak) Aşurbanipal Kütüphanesi harabelerinde (parça halinde) bulunmuş ve 1876’da, George Smith tarafından yayınlanmıştır.

Enûma Eliš, yaklaşık olarak, 1.000 satırdan oluşmaktadır ve her biri, 115-170 satırlık metinlerden oluşan 7 kil tableti üzerine, Eski Babil dilinde kaydedilmiştir. V. Tablet’in çoğu, daha bulunamamıştır, ancak bu eksiklik haricinde, metin, hemen hemen tamdır. V. Tablet’in eş kopyası, Türkiye’de, bugünkü Şanlıurfa’nın yakınlarındaki eski adı Huzirina olan Sultantepe’de bulunmuştur.

Bu destan, Marduk’un en üstün olmasına ve tanrılara hizmet etmesi için, insanlığın yaratılmasına odaklanmış olan, Babil dünya görüşünün anlaşılmasındaki en önemli kaynaklardan biridir. Ancak, bunun, gerçekteki, asıl amacı, din biliminin ya da ilahların soylarını yazan kitabın ifadesi değil, Babil’in ana tanrısı olan Marduk’un, diğer Mezopotamya tanrılarının üzerine yüceltilmesidir.

Enûma Eliš, Babil’de ve Asur’da, çeşitli kopyalar halinde bulunmaktadır. Aşurbanipal’in kütüphanesinden gelen uyarlamasının tarihi, MÖ 7. yüzyıla uzanmaktadır. Bazı bilim adamları, daha uzak bir tarih olan, MÖ 1.100 dolaylarını savunmasına rağmen; metnin kompozisyonu, muhtemelen, Bronz Çağı’na, Hammurabi devrine ya da Kassitler döneminden ( kabaca MÖ 18.-16. yüzyıl ) kalmaktadır.

Tiamat ile savaş (Yaradılış Destanı'nın sonu)

Resim: Yaradılış Destanı’nın sonu: Tiamat ile Savaş

(²):  MÖ 18. Yüzyıl Akad destanı Atra-Hasis, adını kahramanından almaktadır. Bir “Atra-Hasis” (“fazlasıyla bilge”), tufandan önceki zamanlarda, Şuruppak kralı olarak, Sümer Kralları Listesi’nden birinde görülmektedir. Stephanie Dalley, Atra-Hasis ismi ile Yunan Tufan mitinin kahramanı Deucalion’un babası olan Prometheus’unki (“Önsezili”) arasındaki benzerliğe değinmektedir. Atra-Hasis tabletleri, hem yaratılış mitini hem de günümüze ulaşan, 3 Babil tufan hikayesinden biri olan, tufan izahını içermektedir. Atrahasis ile ilgili destan geleneğinin bilinen en eski kopyası, kolofona (yazıcı tanımlamaları) göre, Hammurabi’nin büyük torunu Ammi-Saduka’nın (MÖ 1646-1626) hükümdarlığından kalabilir ancak Eski Babil dilinden de, çeşitli parçalar bulunmaktadır; MÖ 1. yüzyıla kadar, çoğaltılmasına devam edilmiştir. Ayrıca, Aşurnipal kütüphanesinde, ilk olarak, keşfedilmiş olan, Atrahasis hikayesi, daha sonraki bir Asur uyarlamasında da görülmektedir, fakat tabletlerlerin, parçalar halinde olmasından ve belirsiz sözcüklerden ötürü, çevirileri şüpheli olmuştur. Parçaları, George Smith tarafından, birleştirilmiş ve “The Chaldean Account of Genesis” (Yaratılışın Keldanilerce İzahı) olarak çevrilmiştir; kahramanının ismi, 1899’da, Heinrich Zimmern tarafından, Atra-Hasis olarak düzeltilmiştir.

1965’te, W. G. Lambert ve A. R. Millard, hikayenin, günümüze kalan, en tam metnimiz olan, Eski Babil dilindeki kopyası (MÖ 1650 dolaylarında yazılmış) dahil, destana ait pek çok ek metin yayınmıştır. Bu yeni metinler, büyük oranda, destan hakkındaki bilgimizi artırmıştır ve Lambert ve Millard’ın çevirisinin, bütünlüğe yaklaşan hale gelmesinde, temel oluşturmuştur. Ek bir parça, Ugarit’te bulunmuştur. Walter Burkert, “yabancı çatısının halen görülmesini sağlayan bir yeniden birleştirme” şeklindeki, Atrahasis’ten, İlyada’daki Poseidon, Hades ve Zeus arasında, havanın, ölüler diyarının ve denizin pay edilerek, bölünmüş olduğu, uygun bir parçanın gelmesi örneğini araştırarak bulmuştur.

Günümüzdeki en tam uyarlamasında, Atrahasis destanı, eski Babil dili olan, Akatça 3 tablete yazılıdır.

British Museum’daki, Atra-Hasis Destanın yer aldığı, çivi yazısı tablet.

Kaynak:http://mcroberts-robert.suite101.com/egyptian-influence-on-the-biblical-creation-story-a352697

Çeviren: Yalçın Ceylanoğlu
HER HAKKI MAHFUZDUR.

Shu

Shu, bazen, kafasında uzanan kuş tüylü başlığı olan, bir adam olarak tasvir edilmiştir.

Hava tanrısı Shu, çocukları olan, yeri (Geb) ve göğü (Nut) birbirinden ayırmaktadır. Shu’nun kız kardeşi ve karısı, nem tanrıçası Tefnut’tur ve bunların hepsi, kökeni, Heliopolis’ten gelen yaratılış miti olan, Heliopolis Ennead’ının parçasıdır.

Çeviren: Yalçın Ceylanoğlu
HER HAKKI MAHFUZDUR.

Geb

Nut, Shu ve Geb. Nut, üstte, mavi renkle; Shu, ortada; Geb, ise altta, yeşil renkle gösterilmektedir. 

Yer tanrısı Geb, Heliopolis kökenli yaratılış miti olan enneadın 9 tanrısından biriydi. Yaratıcı tanrı Atum’un çocukları olan, Hava tanrısı Shu ile nem tanrıçası Tefnut’un oğluydu. Geb’in kız kardeşi ve karısı gök tanrıçası Nut; onların çocukları ise, İsis, Osiris, Nefitis ve Set idi. Yer ve bitki örtüsü tanrısı olarak, Geb, bazen, yeşil renkli olup, sırtında bitkiler filizlenmişti ve vücudundan, su fışkırıyordu. Simgelerinden birisi, bazen kafasına takmış olduğu kaz idi. İsis, once, gösterişsiz olan “Kaz Yumurtası” ünvanını taşıyordu. Diğer dönemlerde, Geb, Delta’nın kırmızı tacını giyen ve bir yanı boylu boyuna uzanan veya tahtta oturan bir adam olarak tasvir ediliyordu. Bir mitte, Geb ve karısı Nut, güneşin anne babası olduğunda, “Tanrıların Babası” olarak çağrılıyordu.

Geb’in önemli rolü, Set-Horus Çekişmeleri’ndeki hakimliğiydi. “Tanrıların Babası” olarak, Geb, oğlu Osiris’e, yönetmesi için, yeri vermiştir. Osiris, kötü kardeşi Set tarafından öldürüldüğünde, Horus, babasının öcünü aldı ve Geb tarafından onaylanarak, kendisine, dünyanın yönetimi verildi. Bu mitten, firavunun şu ünvanı ortaya çıkmıştır: “Geb’in Mirasçısı”.

Çeviren: Yalçın Ceylanoğlu
HER HAKKI MAHFUZDUR.

Ogdoad

Ogdoad

Dünya başlamadan once, ilk kaos sularında yaşayan 8 tanrının miti olan Ogdoad, eski Mısır’daki birkaç yaratılış mitinden biridir.

Başlangıçta, Ogdoad, sadece, iktidar gücü olarak bulunuyordu ancak daha sonra, kurbağa ve yılan biçimini aldı. Sonunda, suyu oluşturan Hek’e ve Heket’e; biçimsizliği oluşturan Kek’e ve Keket’e; görünmezliği ve gizliliği oluşturan Amun ve Amunet’e evrimleşti.

Diğer bir yaratılış mitinde, 8 Ogdoad tanrısı, birleşerek, daha yılan halindeyken, Amun tarafından döllenen, evren yumurtasını oluşturmuştur. Yine de, bir başka mit, Amun’un evren yumurtasını bıraktığını ve bunun kırılmasıyla, güneş tanrısının ortaya çıktığını belirtmektedir.

Ogdoad mitinin kökeni, din ve büyü bakımından önemli bir inanç merkezi olan Hermepolis’ten gelmiştir. Güneş tanrısının, burada doğduğuna inandıklarından ötürü, Hermepolis papazları, dünyadaki ilk güneşin doğuşuna, kendilerinin tanık olduğunu iddia etmişlerdir.

Kaynak: http://www.scribd.com/doc/48268429/Egyptian-Mytology-a-to-Z-P-Palmer-2010

Çeviren: Yalçın Ceylanoğlu

HER HAKKI MAHFUZDUR.

Nut

Gök tanrıçası Nut; güneşi, gece yutuyordu ve sabah, onu yeniden doğuruyordu. 

Büyük gök tanrıçası Nut, Heliopolis Enneadının (ilk dokuz tanrı) parçasıydı. Nut; hava tanrısı, Shu’nun kızı ve yer tanrısı Geb’in kız kardeşi ve karısıydı. Büyük gök tanrıçası olarak, Nut, bedeni, dünyanın üzerinden karşı tarafına geçerek, doğu ve batı ufuklarına, elleriyle ve ayaklarıyla dokunan, bir kadın olarak temsil ediliyordu.

Nut’un tabloları, onu, ayak bileklerine dokunurken göstermesine rağmen, kendisinin, dört ana yöne – kuzeye, güneye, doğuya ve batıya- dokunduğu ve böylece, tüm gökyüzünü koruduğu anlatılmak istenmiş görünmektedir.

Nut’un, pek çok önemli ilişkilendirilmesi mevcuttu. En eski metinlerde, tanrıların üzerinde bir güce sahip biçimde gösterilmiştir. Bazı örneklerde, göğün inek tanrıçası olarak tasvir edilmektedir, ancak kendisi, en çok, bir kadın olarak gösterilmektedir.

Gök Tanrıçası Olarak Nut

Heliopolis Enneadı mitinde, Nut, erkek kardeşi Geb ile evlenmiştir. Çocukları olan İsis, Osiris, Nefitis ve Set, enneadın parçası olmuş ve daha sonra, İsis ve Osiris mitindeki ana karakterler haline gelmişlerdir. Mitin bir uyarlamasında, Nut, erkek kardeşi Geb ile yattığında öfkelenen ve yılın herhangi bir ayında, çocuk doğurmasını engelleyen bir büyü yapmış olan, güneş tanrısı Re’nin karısıydı. Ay ile yaptığı bahsi kazanmış ve yılın sonunda, fazladan 5 gün yaratmak üzere, onun ışığından birazını almış olan, Thoth’un yardımıyla, Nut; herhangi bir aya ait olmadıkları için, 5 Epigomenal ( Güneş takviminde, bir yılın 365 gününün, aylara ait olmayan beş artık günü ) günde çocuklarını doğurabiliyordu. Nut, çoğunlukla, Geb’in üzerinde, kemer oluşturan ancak hava tanrısı Shu tarafından, ondan ayrılmış olan bedeniyle tasvir edilmektedir.

Nut ve Re

Gök tanrısı olarak, Nut, Re ve güneşe tapınma inancı ile yakından ilişkilendirilmiştir ve unvanlarından biri, “Heliopolis’in Hanımefendisi” olmuştur. Güneş battığında, her gün, onu yutan ve ufukta belirdiğinde, her sabah, onu doğuran tanrıçaydı; o, “Tanrıları Doğuran Büyük Kimse” idi.

VI. Ramses’in Krallar Vadisi’ndeki mezarı, göğü temsil eden tavanın üzerinde kemer oluşturan, Nut’un ince uzun bedenini göstermektedir. Güneş tanrısı, büyük güneş sandalı ile, gündüz, tanrıçanın vücudu boyunca seyreder ve vücudu içerisinde, gece yolculuk etmek için, güneş battığında, ağzına girerek kaybolur ve sabah yeniden doğar.

Nut ve Yeniden Diriliş

Nut, Eski Krallık piramit metinlerinden, ilk Hristiyanlık dönemine kadar, Mısırlıların cenaze töreni inançlarında önemli rol oynamıştır. Piramit metinleri, bize, tanrıçanın, kralı, ruhunun içerisinde bağrına bastığını ve kollarını, kral için açtığını söyleyen, kralın cenaze töreni ile ilgili iki olaydan bahsetmektedir. Diğer metinler, Nut’u, kralın “tabut”u, “lahit”i ve “mezar”ı olarak belirtmektedirler. Koruyucu tanrıça olarak rolü, tasvirinin, tabut kapağının iç yüzünde resminin yapılmaya başlandığı Orta Krallık döneminde (MÖ 2055-1650), firavundan onun saray mensuplarına kadar uzanmaktadır. Yeni Krallık dönemindeki (MÖ 1550-1069) Ölüler Kitabı örneklerinde, Nut, ölüler diyarından doğarak, firavun inciri ağacından meydana çıkan (dirilen) bir tanrıça olarak gözükmektedir. Nut, “Her Sonsuzluğa İlişkin, Her Üzerimizdekinin Hanımı” olarak isimlendirilmiştir ve yıldız desenli elbiseli tasviri, MS 2. Yüzyıldaki Teb’li Hristiyan, Archon Soter’in tabutunda ortaya çıkmıştır. Nut, ölünün, sadece, koruyucusu değildi; aynı zamanda, ona, nefes için hava ve yaşaması için, su ve ekmek sağlıyordu.

Kaynak: http://www.scribd.com/doc/48268429/Egyptian-Mytology-a-to-Z-P-Palmer-2010

Çeviren: Yalçın Ceylanoğlu

HER HAKKI MAHFUZDUR.

Atum

Atum

Hem erkek hem de dişi için, “farklılaştırılmamış olan kimse” anlamına gelen Atum, ilkel varlıktı ve dünyanın yaratıcısıydı. Güneş tanrısının ilk şekli olarak tanınmış olan Atum, güneşe tapınmanın merkezi ve eski bir şehir olan “Heliopolis’in Efendisi” olarak isimlendiriliyordu. Güneş inancı ile ilişkilendirilmesi nedeniyle, Atum, sonunda, güneş tanrısı Re ile birleşerek Re-Atum olmuştur. Heliopolis’in yaratılış miti, bize, gök ve yer ayrılmadan önce, Atum’un, kaos suları olan Nun’un, toprak yığınına dönüşmesiyle oluştuğunu söylemektedir. Atum, menisinden ilk yer tanrıları olan Shu’yu (Hava) ve Tefnut’u (nem) yarattı. Zamanı gelince, bunlardan, Geb (yer) ve Nut (gök) oluştu. Geb ve Nut’tan ise, Osiris ve İsis (birbirlerinin erkek/kız kardeşleri ve aynı zamanda, karıları/kocalarıdırlar) ve Set ve Nefitis (hem erkek/kız kardeş hem de karı/kocadırlar). Bu ilk 9 tanrı, bir tanrı ailesi olan Heliopolis Ennead’ını oluşturdular.

Atum, sadece yaratıcı tanrı olmayıp, aynı zamanda, firavunun koruyucusu ve bekçisiydi ve ünvanlarında birisi, “Mısır Kralı’nın Babası” idi. Eski Krallık döneminde (MÖ 2686-2181), piramidin mezar odasındaki ölü kralı kucaklayıp göğe yükselterek, onu, Akhenu seku denen, “yok olmaz yıldız” haline getiren Atum idi.

Yeni Krallık döneminde (MÖ 1550-1295), Atum, Karnak’taki Amun Tapınağı’nın duvarlarında görüldüğü gibi, kralın taç törenine başkanlık ediyordu. Kapılar Kitabı’nda, Atum, parmak tırnaklarını yılana dürterek, yılan Nekebu-Kau’ya boyun eğdirtir ve kötü yılan Apofiz’e karşı koyar ve onu, idama mahkum eder. Atum, Ölüler diyarında seyahat ederken, ölünün ruhunu korur. Atum, genellikle, Yukarı ve Aşağı Mısır’ın birleştirilmiş kırmızı-beyaz tacını giymiş insan biçiminde görünür. Çoğunlukla, elinde, velayet değneğini tutarak, tahtta oturmaktadır. Boğa, aslan, semender ve firavunfaresi, Atum için kutsaldı.

Aşağıdaki videoda, Atum‘un kısa bir tanıtımı yer almaktadır:

Kaynak: http://www.scribd.com/doc/48268429/Egyptian-Mytology-a-to-Z-P-Palmer-2010

Çeviren: Yalçın Ceylanoğlu

HER HAKKI MAHFUZDUR.

Aten

Kabul edilmiş öğretilere karşı olan Akineton, Mısır’ın dinini değiştirdiğinde, Aten ya da güneş diski, tapınılan tek tanrı olmuştu. Güneşin ışınlarının ucundaki ellerde, yaşamın işareti olan “ankh”lar tutulmaktadır (Kaynak: http://www.scribd.com/doc/48268429/Egyptian-Mytology-a-to-Z-P-Palmer-2010 )

Mısır’ın dini değiştiğinde, firavun Akineton’un taptığı güneş tanrısıydı. Aten, güneş ışınları aşağıya uzanmakla birlikte, güneş diski tarafından simgelenmektedir. Aten sözcüğü, “disk” anlamına gelmekte ve resim yazı (hiyeroglif) ile yazıldığında, gök cismi olarak, güneşi ifade etmektedir. Aten’in kökeni belirsizdir, ancak Heliopolis şehrindeki erken bir güneş inancından gelmiş olabilir. Karnak Tapınağı’ndaki Kraliçe Hatşepsut’un dikili taşı, tepesindeki altın ve gümüş başlığın (eskiden bulunan, doğal bir çeşit altın ve gümüş alaşımı), Mısır’da, Aten gibi parlayacağını belirtmektedir. Hatşepsut’un babası I. Tutmosis, Nubiya seferi sırasında, oyulmuş bir yazıda, tanrı olarak, Aten’e işaret etmiştir.

Akineton’un babası III. Amenhotep, ordusunun bir bölümüne, gözdesi olan Aten’in adını vermiş ve Kraliçe Tiye’ye, özel gölünde gezmesi için, “Aten Işınları” adında bir sefa teknesi vermiştir. Ancak, Akineton, kral olunca, Aten, Mısır’da, ulu tanrı olmuştur.

Aten’e adanmış ilk tapınak olan Per-Aten, Teb’in büyük tanrısı Amun tapınağının yanına inşa edilmiştir. Amun’un papazlarının, yeni tapınak hakkında, ne düşündükleri bilinmiyordu, ancak Akineton’un hükümdarlığından sonra, tapınak yıkılmıştır. 1930’lardan 1950’lere uzanan devrede, arkeologlar, Aten tapınağından sökülerek ayrılmış 35.000 parça bulmuştur. Parçalardaki ve temeldeki süslemeler, Mısır bilimcilere, Aten Tapınağı’nın, sütunlarla kaplı açık avluları, birkaç mabeti ve Akineton’un kocaman heykellerini içerdiğini göstermiştir. Aten tapınağının Gem-Pa-Aten yani “Aten’i bulan” denen bir alanı, Kraliçe Nefertiti ve kızlarının arazisiydi.

Hükümdarlığının 5. yılı civarında, Akineton, kraliyet sarayını, Teb’den, uzak çöldeki Aten’e adanmış yeni şehre taşımıştır. Şehire, Akhet-Aten, yani “Aten’in ufku” adı verilmiştir ve içerisinde, iki önemli Aten tapınağı yer almıştır: Per-Aten (Aten’in Evi) ve Hwt-Aten (Aten’in konağı). Her iki tapınak da, avlularının çevresine yerleştirilmiş birkaç sunum masası olan ve kapalı odası olmayan, yeni açık hava tasarımına sahipti. Mısır bilimcilerinin Büyük Tapınak olarak adlandırdıkları Per-Aten, ikisinin büyük olanıydı. Bunun ilk avlusuna, güneşin ilk ışığının, her gün karşılandığı “sevinç evi” anlamına gelen, Per-Hay deniyordu. Güneş yükselince, inananlar, Gem-Aten (“Aten’i bulan”) denen ikinci avluya gidip sunumlarını yapıyorlardı. İçteki avlu ise, kraliyet ailesine ayrılmıştı – Akineton, Nefertiti ve çocukları, her gün, burada, özel sunumlar yapıp gerekli ayinleri uyguluyorlardı. Akineton, krallığını yitirdiğinde, yıkıldıkları için, günümüzde, bu tapınakların temelleri haricinde, hiçbir şey ayakta durmamaktadır.

Aten ve Akineton’un inançlarının temeli, Akhet-Aten’deki asillerin mezarlarının duvarlarında oyulmuş olan, “Aten’e ilahi”de saklıdır. Burada, Aten’in tek tanrı olduğu, kendisini, bizzat, güneşin ışınlarıyla ortaya çıkardığını, gece vaktinden korkulması gerektiği ifade edilmektedir. Aten’in ışınları, çevresine ışık saçmadığı zaman, vahşi hayvanlar ortada dolaşır ve tehlike söz konusudur. Ancak, güneşin yararlı ışınları altında, günlük yaşam yürür ve tüm işler başarıya ulaşır. Tüm yaşam, Aten sayesinde ortaya çıkar ve o, hiçbiri, dikkatinden kaçacak kadar önemsiz olmayan, bütün hayat biçimlerini korur. Dünyadaki halklar, farklı renklerde yaratılmışlardır ve kendilerine, doğanın tüm güzelliğinin ve cömertliğinin kaynağı olan, Aten tarafından, farklı diller verilmiştir. Aten, insan tarafından anlaşılamaz ve sadece, kendi oğlu Akineton tarafından, gerçek anlamda bilinebilir. İnsanlar, Aten’e, doğrudan tapınamaz. Tahminen, Aten’in oğlu Akineton’a tapmışlardır.

Akineton, çölde şehrini inşa ettiğinde, dikilen sınır dikili taşları (oyulmuş taş tabletler), Aten’in doğası hakkında bize bilgi vermektedir:

Büyük ve yaşayan Aten…yaşamı mukadder kılan, dinç olarak hayatta, Babam…bana Sonsuzluğu hatırlatan…kendisini, iki eliyle ifşa eden; hiçbir zanaatkarın tasarlamadığı; her gün, durmaksızın, güneşin doğuşunda ve batışında beliren…Kendisi, ülkeyi ışınlarıyla doldurur ve herkese, hayat verir…

“Hiçbir zanaatkarın tasarlamadığı” ifadesi, Aten’in fiziksel varlığının olmadığını ilan etmiştir; onun, hiçbir heykeli olamaz. Aten, güneşin ışınları gibi, elle tutulamaz. Bu, eskiden, kedi başlı ya da kadın vücutlu ( ya da çakal ya da aynak ya da çakal başlı erkek ) tanrı heykellerine alışık olan, Mısırlılarda rahatsızlık yaratmış olabilir.

“Aten’e ilahi”, Aten’in tek yaratıcı olduğunu ve sadece, Mısırlıları değil, dünyadaki tüm insanları yarattığını söylemektedir. Bu da, Mısırlılar açısından, zor bir kavram yaratmış olabilir. Eğer Aten, tüm insanların tanrısı olsaydı, Mısırlılar, artık, en üstün olmazdı ve eski Tanrı Düzeni ya da “dünyanın olması gereken biçim” denen maat kavramı, açıkça çarpıklaşmış olurdu. Komşularıyla savaşmak, artık, tanrılar tarafından kutsanmazdı ve Ölüler Diyarı’nın olup olmadığı belirgin olmadığı için, öbür dünyadaki hayat imkansız görünürdü. Aten, sadece, kraliyet ailesini parlattığı için, Aten’in öğretileri, hayırseverliğin ve seçkinciliğin garip bir karışımıydı.

Aşağıdaki videonun konusu “Tek Tanrıcılığın Doğuşu: Aten’e Büyük İlahi”dir:

Çeviren: Yalçın Ceylanoğlu
HER HAKKI MAHFUZDUR.

Amun

“Gizli olan kimse” anlamına gelen Amun, genellikle, tacında iki tüyü olan, bir adam veya koç olarak gösterilmiştir. Bazen, Amun, kaz olarak da gösterilir ve evren yumurtasını bırakan ve dünyayı yaratan “büyük gıdaklayıcı” olarak isimlendirilir (Kaynak: http://www.scribd.com/doc/48268429/Egyptian-Mytology-a-to-Z-P-Palmer-2010 )

Yeni Krallık döneminde (MÖ 1550-1069), Eski Mısır’ın en en yüksek tanrısı olan Amun, Mısır panteonundaki (tüm tanrılar) en eski tanrılardan biridir. Amun, aslan başlı tanrıça olan, karısı Mut ve ay tanrısı olan, oğlu Khonsu ile birlikte, Teb şehrinin ana tanrısıydı. Mısır tanrıları, çoğunlukla, üçlü gruplar ya da üçlü takımlar halindeydi. Mısır’ın uzun tarihi boyunca, Amun’a, pek çok ünvan verilmiştir: Amun Kematef (Zamanını Tamamlayan Amun); “Vakti Biten Amun”; “İki Ülkenin Tahtının Efendisi”; “Varoluş Tanrılarının En Yaşlısı”, “Doğu Gökyüzü Tanrılarının Yaşça En Büyüğü”, bunlardan bir kaçıydı. Amun’un ismi, “gizli olan kimse” ya da “gizli olan varlık” anlamındaydı ve bu da, doğasının anlaşılmaz olduğunu gösteriyordu.

İsminin muhtemel kökeni, eski Libya dilindeki “aman” ya da “su” sözcüğünden gelmektedir. Bir yaratılış mitinde, 8 tanrıdan oluşan bir grup, Ogdoad’da ya da ilk sularda yaşıyordu ve bunlar, var olan ilk tanrılardı. Amun ve ilk karısı Amunet, Ogdoad’ın tanrıları olup “gizliliği” temsil ediyordu.

Heykellerde ve resimlerde, Amun; etekle beraber, güneş diskli ya da tepesinde iki uzun devekuşu tüylü; yuvarlak, düz bir taç giyinmiş; ayakta duran ya da tahta oturmuş bir adam olarak kişiselleştirilmektedir. Derisi, çoğunlukla, muhtemelen, suyun simgesi olarak, mavi renkli ya da tanrılara layık, son derece değerli bir taş olan, lacivert taşının rengindeydi.

Amun için kutsal olan hayvanlar, kaz ve büyük, kıvrımlı boynuzları olan özel bir koç cinsiydi. Koçun boynuzlarının olduğu kadar, koç da, Amun’un simgesi haline gelmiş olup; bazen, Amun, koç ya da koç başlı adam olarak tasvir edilmiştir.

Amun’a, muhtemelen, önce, bol ürün getiren ve hayvanlarda döl vermeyi sağlayan, ziraat tanrısı olarak tapılıyordu. Zaman içerisinde, küçük yerel bir tanrıdan, Mısır tanrılarının en yücesi konumuna evrimleşti. Amun‘a, piramit metinlerinde de değinilmiştir ve burada, “gölgesiyle, diğer tanrıları koruduğu” ifade edilmiştir. Amun için yapılmış, bilinen en eski tapınak, Teb’de, 11. Hanedan döneminde (MÖ 2125-2055) inşa edilmiştir.

Eski Mısır’da, din ve siyaset, el ele yürütülüyordu ve güneydeki Teb prensleri, kuzeyle yapılan savaşı kazanınca, ülkeyi birleştirip 12. Hanedan dönemini (MÖ 1985-1795) başlattılar. Güçlü güney kralları, kendilerine, tanrının ismini vererek, ilahi yardımından ötürü, Amun’a özel biat etmişlerdir. Kral I. Amenemhet (Amun-em-het), seleflerinin yaptığı gibi, “Amun Uludur” ismini almıştır. Onların koruyucu tanrısı, “tanrıların kralı” haline gelmiştir. Amun güçlenince, Waset’in (sonradan kendisini Yunanlılar Teb olarak isimlendirmiştir), gücü ve zenginliği artmış ve “Amun’un Şehri” olarak isimlendirilmiştir. Yeni Krallık döneminde (MÖ 1550-1069), Mısır altın çağının zirvesinde iken, Waset, Mısır’ın başkenti yapıldı ve ülkenin en önemli dini merkezi haline geldi.

Amun’un en önemli dinsel kutlaması, Teb’deki “Opet Festivali” idi. Amun’un, Mut’un ve Khonsu’nun kült heykelleri, yılda bir kez, Karnak Tapınağı’ndan Luksor Tapınağı’na taşınıyordu ve tüm şehir, neşeli olayı kutluyordu.

Kraliçeler, çoğunlukla, Amun’a, çocuklarına babalık yapmış olduğu için inanıyorlardı. Kraliçe Hatşepsut, iktidara geldiğinde, Deyr el-Bahri’deki mezarlık tapınağının duvarına, annesi Kraliçe Ahmose’nin Amun ile birlikteliğinden olan, ilahi doğumunun hikayesini yazmıştır. Kraliçe, Amun tarafından, kocasının görünüşünde ziyaret edilir; tanrı ve kraliçe, el ele yatağa oturur. Amun, elinde yaşam işareti olan Ankh’ı, kraliçenin burnuna doğru tutar ve o da, zamanı geldiğinde, Hatşepsut’u doğurur. Luksor Tapınağı’nın duvarlarındaki oymalar, Amun’un, Kraliçe Mutemwiya’yi, aynı usuldeki ziyaret ediş biçimini ve birlikteliklerinden, oğlu III. Amenhotep’in doğduğunu göstermektedir. Bu mitin açık biçimde tasviri, Hatşepsut’un ve Amenhotep’in Mısır tahtına çıkma hakkını güçlendirmiş ve Hatşepsut, Karnak’ta, “babası Amun’un namına” dikilitaşını dikmesiyle övünmüştür.

Teb (günümüzdeki Luksor), Mısır evreninin merkeziydi ve Amun, buranın en güçlü tanrısıydı. Amun’un en güçlü tanrı konumuna yükseltilmesiyle, Mısır papazları, Akineton iktidara geldiğinde (MÖ 1352-1336), sonradan, tam olarak geliştirilmiş bir kavram olan, tek tanrılılık fikrine yakınlaştılar. Amun’un revaçta oluşu, Yunanlıların, onu, kendi baş tanrıları Zeus’un uyarlaması olarak gördüklerinden ötürü, Ptolemaios hanedanın döneminde (MÖ 332-32) bile devam etmiştir.

Amun’un, Kral Taharka’yı koruyan koç olarak tasvir edildiği, British Museum’daki granit heykel.

Kaynak: http://www.scribd.com/doc/48268429/Egyptian-Mytology-a-to-Z-P-Palmer-2010

Çeviren: Yalçın Ceylanoğlu.

HER HAKKI MAHFUZDUR.